Bir şarkı var dilimde. Bir rüya var sık sık gördüğüm. Kanatlanıyorum ve uçuyorum. Şehirleri geçiyorum, göç ediyorum, canım nereye isterse oraya gidiyorum. Hem de bedava. Keşke diyorum keşke, kuşlar kadar özgür olabilseydik.
Öyle ki peşine düştüm bu özgürlüğün. Daha da yakından tanımak istedim özendiğim canlıları. İzmir Gediz Deltası’na doğru yola çıktım. Duymuştum ki, şu koskoca şehirde bir tek orasını ayırmışız kuşlara. Üstelik orasını bile çok görmüşüz. Doğa Derneği ve diğer emek verenler sayesinde kurtulmuş büyük bir bölümü. Yoksa yüzlerce kuşun uyuduğu, beslendiği, mutlu olduğu, seviştiği, dinlendiği o bereketli ve sulu toprakların üstüne birkaç site, alışveriş merkezi daha kurma hayali varmış insanların. Çünkü onlara göre, sadece insanlar beslenmeli, uyumalı, sevişmeli, dinlenmeli ve yuva kurmalı.
Oysa yuva yıkanın yuvası olmaz. Nasıl oluyor da binlerce canlının yaşadığı yuvaları yıkıp yuva yapabiliyoruz ve içinde rahat rahat uyuyabiliyoruz. Nerede o “mini mini bir kuş” şarkısıyla büyüyen çocuklar? Nerede?
Ürkütmüşüz kuşları, korkutmuşuz kibirli ruhlarımızla. Arabadan bile inemedik kuşları gözlerken. Neden? Çünkü eğer bizi görürlerse ürker kaçarlarmış. Bir dürbün camı kadar yaklaşabildim onlara. Derken göz göze geldik bir karabatakla, o an gözlerinin içindeki esareti fark ettim. Ne olur bize sahip çıkın der gibiydi. Artık ateşe yakın uçmak istemiyorlardı.
İnsanoğlundaki bu kibir ve önüne geçilemeyen nefis oldukça, bir kuşun sırtında kanat olması neye yarar. O nereye uçar ve konarsa, oraya yerleşiyoruz bizler de. Rahatsız ediyoruz, korkutuyoruz, öldürüyoruz ve hatta yuva kurma haklarını ellerinden alıyoruz. Sonra da hiçbir şey olmamış gibi, apartman dairesine bir kafes alıp içine bir papağan hapsediyoruz. “Aaaa! Nebahat gel bak ben ne dersem tekrar ediyor bizimki, şarkı da söylüyor.” O aslında sana, senden hiç bir farkı olmadığını anlatıyor.
O gün Gediz Deltası’nda binlerce flamingo gördüm, yüzlerce çeşit başka kuş, yeşilbaş ördekler, bembeyaz kuğular. Ama hiç biri bana yüz vermedi. Ben onların cıvıltılarını duydum ama onlar, tüm insanlık adına özür dilediğimi duyamadılar. Hepsi bana dargındı. Çünkü insandım. Belki de kanatları olmadığı için kanatları olanların özgürlüğünü elinden alan bir canlı türüne dâhildim. Onlar, ayaklarındaki prangalarla zar zor uçuyor, insanlardan arda kalan köşelerde binbir sıkıntıyla yaşamaya çalışıyordu. Özgürlük kırıntıları ile karınlarını doyuruyorlardı.
Kuşların da bir düşü var, özgürce uçabilmek. Doğru! Uçabiliyorlar ama bir esir ancak prangasındaki zincir kadar uzaklaşabilir.
Gizem Sevcan Gürüz
Fotoğraf: Gediz Deltası, İzmir © Hellio & Van Ingen
Henüz hiç yorum yapılmamış