Orhanlı kantaron yağının hikayesi…
Akşam olmadan önce, hani güneş daha henüz tümüyle batmamışken, sarıdan hafif kırmızıya çalan turuncumsu bir renk vardır ya, işte ona bakarak karar vermiştim bu yolculuğa çıkmaya. Yara iyileştirici, mucizevi bir etki bırakmıştı üzerimde. Gözlerimi kapadığımda hala sarıdan hafif kırmızıya çalan o turuncumsu renk, ruhuma hafif bir ninni söylüyordu. Nazikçe dizlerimi karnıma çektim, cenin pozisyonuna geçtim, oracıkta göz kapaklarım ağırlaştı, usulca bir rüzgar yüzümü okşadı, saçlarımda dolaştı, uyuya kaldım…
Yara bere içinde yürüyordum yolda. Hava o kadar soğuktu ki, dişlerim birbirine çarpıyordu. Rüzgarın uğultusu ve dişlerimin takırtısı duyduğum yegane dış seslerdi. İç sesime gelirsek, saniyede milyonlarca cümle kuruyordu. Yetişemiyordum, bu yüzden sadece dinliyormuş gibi yapıp, yoluma devam ettim. Dışardaki yaralarım kanadıkça, iç yaralarım daha çok sızlıyordu.
Şöyle bir arkama baktım, aştığım tüm engebeler, dereler, tepeler bana “hoşçakal” diyerek el sallıyordu. Bende onlara bir selam çaktım, çok özleyeceğini bildiğin halde gitmen gerektiği an hüzünle karışık bir gülümseme belirir ya dudaklarında, o gülümsemeyle tekrardan önüme döndüm. Bir damla yaş gözümden toprağa damladı. Eğildim, cebimden çıkardığım badem tohumunu toprağa gömerek, hediyemi kabul etmesini istedim. Gönül dilinden sohbet ettik toprak kardeşle, hava kararana kadar.
“Bir tohumla, milyonlarca insanı doyurabiliyorsun. Bir derdimi sana eksem, milyonlarca yaramı iyileştirebilir misin?” diye sordum.
“Bir şey istiyorsan, önce ekmen gerek. Yarın sabah uyanır uyanmaz sana söylediğim yere git. Cevabı orada bulacaksın.” dedi.
Sabah uyandığımda bir şişe zeytinyağı buldum baş ucumda. Toprak kardeşim bırakmış olmalıydı bunu bana. Elime alıp onun anlattığı yere doğru yürümeye koyuldum. Hava bugün dünyayı sıcaktan kavurmaya karar vermişti. Güneş yaralarıma vurdukça daha çok canım acıyor, daha çok kanıyordum. Sırtımda çıkan güneş yaraları, açlıktan mideme giren ağrılar, saçlarım, ayaklarım, geçirdiğim ameliyattan sonra vücuduma kazınan dikiş izlerim, yüzüm… Her adımda daha çok canım acıyordu. Ama toprak kardeşe güvendim. Eminim gittiğim yerde her kim çıkarsa karşıma, bana bir mucize sunacaktı. Kendisi bir mucize olan toprağa sonsuz sevgiyle inanmaktaydım.
Önüme çıkan bir kaplumbağa “Biraz yavaş yürü, ben gideceğim yere varacağıma inanıyorum. Önce inanmakla başlar her şey. Emin adımlarla gittikten sonra ne fark eder az biraz geç varman.“ dedi ve yoluna devam etti. Teşekkür etmeme bile izin vermedi. Sözünü dinledim, önce inandım, sonra emin adımlarla yürümeye devam ettim. Derken bir dere kenarına vardım. Suda gördüğüm yüzü tanıyamadım. Yara bere içinde, yaşlanmış bir ifade vardı yüzümde. Kana kana su içtim.
“İyileşmek istemişsin, öyle duydum” dedi dere kardeş bir anda bana. “Mümkünse eğer” dedim usulca. “Mümkün olmayan ne var bu hayatta, bana baktığında kendi yaralarını görebiliyorsun. Sana ayna olabiliyorum. İyileştireni neden bulamayasın?” dedi ve devam etti, “Asıl iyileşme içeriden başlamalı. Sana toprak kardeşinin dediğini hatırla, önce ekmen gerek. Kaplumbağa kardeşinin dediğini anımsa, önce inanman gerek. Bende diyorum ki bunlardan da önce istemen gerek.”
İyice arındıktan ve susuzluğumu giderdikten sonra her türlü mucizeye yürekten inanarak, isteyerek ve asıl iyileşmenin içeride bir yerlerde başlaması gerektiğini bilerek yoluma devam ettim. Azıcık yürüdükten sonra, o büyülü ninni tekrar kulaklarımda çınlamaya başladı. Kafamı kaldırıp göğe baktığımda, sarıdan kırmızıya çalan o turuncumsu rengin, tüm canlıları ahenkle sardığını fark ettim. Bir ana gibi, şefkatle, iyileştirmek, huzur aşılamak için sarılıyordu hepimize. Elimden tutan rüzgar kardeş, beni sapsarı çiçeklerin olduğu bir bahçeye götürdü. Gözlerim kamaştı.
“Ben bu yolculukta karşılaştığın sondan bir önceki rehberim. Elinde taşıdığın zeytinyağını çıkar ve bu gördüğün kantaron otlarıyla sohbet etmeye başla. Artık iyileşme zamanın geldi” dedi yanımdan uzaklaşırken.
Bahçenin ortasında çöktüm. Sapsarı bir kantaron otunun benimle konuşmaya çalıştığını fark ettim. “Sarıdan kırmızıya çalan o turuncumsu rengin büyüsünü ve mucizevi etkisini bir şişeye koyarak sana verebileceğimi söylesem, bana inanır mısın?”
“Elbette inanırım. Önce inanmak gerektiğini öğrenerek geldim ben buralara.”
“Elinde tuttuğun zeytinyağını benimle ve diğer kantaron otu kardeşlerimle harmanladığın zaman, elde ettiğin yağ, tüm yaralarını iyileştirebilecek bir iksirdir. Onun adı kantaron yağı. Dikiş izlerinin kaybolmasını sağlayacak, güneş yanıklarını geçirecek, mide ağrılarını azaltacak, saçların, yüzün en az benim kadar ışıl ışıl parlayacak. Öyle ki yaşadığın mucizeyi diğer hasta kardeşlerinle de paylaş. Paylaşmak da iyileşme sürecinin bir parçasıdır. Bu yağı hem içebilir hem de yaralarına sürebilirsin. Bu turuncumsu yağ, hiç susmayan, huzur veren bir ninnidir. Yolculuğa başlamadan evvel duyduğun o ninni, bu yağın iyileştirici sesidir. İyileşeceğine inanırsan, iyileşmeyi gönülden istersen, güçlenirsin ve bu ninniyi duyabilirsin. Gündüzle gece arasında bir zaman dilimi var. O vakit, gündüzün bereketini, gecenin dinlendirici şifasını barındırır içinde. İşte gökteki turumcumsu renk o vaktin rengidir. O anı bir şişeye sığdırdım, şimdi bunu al ve artık evine dön. Geçmiş olsun kardeşim.”
Uyandığımda, güneş çoktan batmış, gece olmuştu. Ah! nerede şimdi o güzel gurup rengi diye içimden geçirdim. Baş ucumda bir şişe kantaron yağı buldum. O sarıdan kırmızıya çalan gökyüzü, bir şişeye sığmıştı. Şifa ve bereket dağıtmak için sabırsızlanıyordu.
Hem bedenime sürdüm, hem içtim bu şifalı ninniyi. İçim dışım “o” oldu, “bir” olduk. İyileşmeye başladığımı hissettiğim anda hatırladım, bu mucizeyi paylaşmak gerekiyordu. Uyutmadan iyileştiren bu ninniyi, herkes duymalı ve iyileşmeliydi. Teşekkürler kantaron otu, teşekkürler zeytinyağı kardeşlerim. Bize sunduğunuz bu eşsiz hediye, bir şişe mucize.
Gizem Sevcan Gürüz
Tüm akademik ömrü halkımızın kantaron olarak tanıdığı Hypericum türlerini araştırmakla geçmiş bir bilim adamı olarak yazınız gerçekten de yüreğimi titretti. Emeğinize sağlık. Selam ve başarı dileklerimle
Prof. Dr. Cüneyt ÇIRAK
Uzun zamandır böyle güzel,dinlendirici ve bilgilendirici bir hikaye okumamıştım. Teşekkürler.
Mutlaka dolabımda bir kantaron Yağı şişesi bulunduracağım.
Kantaron yağı artık daha çok ilgimi çekecek sağolun
yıllardır kantaron yağı yapıyorum benim de kendim ile ilgili bir hikayem var aa sizin hikayeniz gerçekten çok etkileyici masal gibi,izin verirseniz web sayfamda hikayenizi paylaşmak istiyorum