Nereye gittiğimi biliyordum ama, niçin gittiğimi bilemiyordum. Sadece gidiyordum, sessiz ve yavaşça… Camları açtım ve derin bir nefes aldım, bir solukta geri verdim. Narin hareketlerle direksiyona yön veriyordum, içimdeki bir ses “yavaş yaşa artık” diye fısıldıyordu. Çok yorgundum. Gittiğim yerde sadece dinlenebilmeyi diledim. Başka hiç bir isteğim yoktu. Tek bir sırt çantam vardı, bir de köpeğim. Ne kadar kalacağımı bilmiyordum, hiç düşünmemiştim.
Bana göre on iki ayın içerisinde ikisi özeldi. Biri “Eylül”, diğeriyse “Mart”. Çünkü bana benziyorlar. Benim gibi biraz hüzünlü, biraz sakin, biraz da kırılgan. Bu aylarda hep gidesim gelir. Hiç bir yere hiç bir zaman kök salmamış gibi. İste yine bir Mart ayı ve ben gitme kararı aldım.
İlk vardığımda yolun üzerindeki dere yatağında çalışan çocuk ve gençler gördüm. Gülümsüyorlardı. Şehirdekilerin aksine. Bir kısmı fidan dikiyor, bir kısmı çöp topluyordu. Üzerlerinde şalvar ve uzun sarı çizmeler. Oysa benim üzerimde yeni aldığım kot pantolon, ayağımdaysa kırmızı “Converse”ler…
O an fidan dikmek zor geldiği için çöp toplamaya karar verdim. Derenin öte tarafındaki çöplere yöneldim. Bir cesaret, ilk adım… Eyvah! Daha ilk adımda çoraplarıma kadar ıslandım. Neyse dedim ve o anı Instagram’da ölümsüzleştirmek adına telefonuma sarıldım. Olamaz! Hayatında ilk defa inek gören köpeğim Roma avaz avaz havlıyordu, susması için ona doğru hamle yaparken ayağım taşa takıldı ve kendimi derenin soğuk sularında otururken buldum. Hayır! O da ne? Yanımda yüzen telefonum mu yoksa? Hay aksi… Belli ki buraya alışmam biraz zaman alacak!
Yine derin bir nefes aldım ve bir solukta geri verdim. İlk iş bir şalvar ve bir çift çizme almam gerekiyordu. Kendime “Onlar gibi olmalıyım” dedim. Şimdi düşünüyordum da… Ne kadar yanılmışım. Onlar ve ben… Her kör nokta bu ayrımla başlıyor zaten. Doğada ayrım yok. Her şey bir. Biz de biriz…
Yapılacak işler bittikten sonra köy kahvesinden gelen pideler afiyetle yenirken adeta bir kutlama vardı. Zaten köyde yaşamın kendisi bir kutlamaydı. Köyün gençleri dünyayı kurtarmış gibi huzurluydu. Bugün fark ediyorum ki, onlar kendi dünyalarının kahramanıydılar, iste bu, kutlamaya fazlasıyla değerdi… Bense o an hala telefonumu güneşte kurutuyor ve çalışmasını umut ediyordum. Bugün ise başıma gelebilecek en güzel şeyin telefonsuz yasamak olduğunu düşünüyorum.
Aksam, içerisinde hiç bir kitap olmayan eve eşyalarımı yerleştirdim. Cayır cayır yanan sobayı bağdaş kurarak izlerken çıtır çıtır yanıyordum. İşte o günden sonra pişmeye başladım. Internet yoktu, televizyon yoktu, peki ben nasıl film izleyecektim? Allahtan yanımda bir kaç DVD getirmiştim. Elime kitabimi alıp balkona çıktım ve fark ettim ki asıl film gökyüzünde oynuyordu. Şehrin ışıklarından göremediğim tüm yıldızlar zeybek dönüyordu. Alışık değildim bu kadar sessizliğe… O an, o görüntüye aşık oldum ve o geceyi takip eden her gece aynı yerde oturdum.
Tırnaklarımı kestim, kısacık, en dipten. Sebze, meyve ve fidan diktim. Toprağa karıştım. Kirlenerek temizlendim. Güneş enerjisi ile ısınan suyla yıkandım, hiç televizyon izlemedim, yalın ayak toprağa bastım, böceklerin ve hatta yılanların ne kadar güzel olduklarını fark ettim. İnsanlar çıkarlarına ters düşen her şeye çirkin bakıyormuş, onu idrak ettim. Doğa gözlüklerimizi doğduğumuz yerde bırakmışız. Ne yazık ki bu yüzden hiç birimiz doğruyu göremiyoruz.
***
Altı ay geçti. Hala amaçsız ve dileksiz geldiğim bu köydeyim. Selam verdiğim ve selam aldığım, kibir değmemiş amcalarım, teyzelerim, kardeşlerim ve dostlarım var artık. Hepimiz şehirden uzakta, ancak burada parlayabiliyorduk. Saf katıksız bir yıldız tozu hepsi benim için.
Gözleri hele gözleri… İnsanların ve kâinatın sırlarını kirpiklerinin üzerinde taşıyordu bu köyün nadide insanları. Süleyman Amca! Ey elleri titrerken, yüreğimi de titreten insan. Her yaşadığı anın fazladan olduğuna inanıyordu. Fazla olan sadece senin insanlığın Süleyman Amca.
Buradaki insanlar için en değerli en paha biçilmez olan harımlarında (küçük bahçeler) yetiştirdikleri sebze ve meyveler. Çocuklarına bakar gibi bakıyorlar onlara. Bahçelerindeki toprak parçası sanki doğurmadıkları evlatları. Burada birine küçük bir iyilik yapsan ellerindeki torbayı açıp “Bunlar benim bahçemden” diyerek sana o gece sofralarına koyacaklarından bir parça verirler. Aslında bunu yaparak “Gönülden teşekkür ederim” demek isterler. Hatta bir keresinde sadece beş yüz metre arabayla gidecekleri yere kadar bıraktığım için iki torba domates armağan edip gittikleri bile oldu. Yine ayni cümleyi kurarak indiler arabadan: “Bunlar benim bahçemden kızım”. Ben artık ne demek istediklerini gayet iyi bilerek gülümsüyorum: “Ne demek, her zaman.”
Bu gün ilk günkü dileksizliğime şükrediyorum. İyi ki yanlış bir şeyler dileyip bu güzel insanları kaçırmadım. Hayatı kutlayarak yaşamalarına şahit oldum, üretmek için sadece bilmenin yeterli olmadığını öğrendim. Bülbül aşkta, hüma güzellikte saklarmış sözlerini. Benim de bu köyün bereketli suyuyla suladığım ve sözcükler yetiştirdiğim bir gönül bahçem var. Onları solmadan okursanız, ömürlerine bir güzellik katmış olursunuz. Ne de olsa her canlı aşk ile yaşamak ister. Eğer kabul ederseniz… Bunlar da benim bahçemden.
Sevcan Gizem Gürüz
Gizem Hanim.tebrikler yapmak istediğimi basarmissiniz.Bazen hic birşey düşünmeden harekete geçmek gerekiyor sanirim.Tek bir adim gerisi geliyor.
I see you don’t monetize dogaaskina.org, don’t waste your traffic, you can earn extra bucks
every month with new monetization method. This is the best adsense alternative for any type of website (they approve all sites),
for more details simply search in gooogle: murgrabia’s tools