Yazın Anadolu kuraktır; ama ana göğsü gibi sıcak ve bereketlidir. Kırsalda kısa bir yürüyüş, yolunuzu bir zeytinliğe, kavaklığa, fıstık bahçesi veya meşe ormanına çıkarabilir. Yürekten bir guruldama duyarsınız, ne kadar uzak olursa olsun yakın gelir. Sıcağı bulmuş kedi gibi kendini Anadolu’nun böğrüne bırakır üveyik. Göğsünü toprağa sürterek pirelerinden arınır, tırnaklarıyla yeri eşeleyerek avlarını saklandıkları yerden çıkarır. Ağaç yapraklarına kendini okşatır, beslenirken kafasını buğday ve arpa saplarına sürter, tarlaya düşen dolgun taneleri yer.
Karnı doyunca tadına doyum olmaz üveyiğin, bereketli toprakları mesken tutmuş, topladığı çalı çırpıyla yuvasını yapmaya başlamıştır. Keyfin zirvesine ulaştığında neşeli kedi makamından bir türkü tutturur “Gurrr, gurrr, gurrr”. Meşe yapraklarının gölgesine, çevresini saran tahıl tarlalarında tohumun bolluğuna, çalılardaki meyvelerin şerbetine şükretmekte ve eşine seslenmektedir.
Tırpanla tarlada tahıl biçmek hoş bir fotoğraf; lakin emektarın ciğerlerini toprakla, tozla ve böcekle dolduran çetin bir sınavdır. Hasan, ekin sarıya çalıp başaklar dolgun danelerle yerçekimine boyun eğmeye başladığında motoruna biner, köyün dışında yağmurun cömertliğiyle ürün aldığı arazisine buğdayları biçmeye gider.
Öğlen olur, sıcağın pusu topraktan yükselmekte ufka yakın görüntüler dans etmektedir. Tarla kıyısında yükselen boz pırnalın dibinde üstü düz genişçe bir taşa oturur, sırtını dikine ince tırtıklarla bezenmiş gövdeye dayar. Yanında getirdiği suyu kana kana içip, yarım somun ekmeği domatesi ve peynirle mideye indirir. Tepelerden yana hafif bir meltem saçlarını okşamakta, ense köküne serin serin üflemektedir. Meşenin üstünde üveyiğin sonatı başlar “Gurrr, gurrr, gurrr…”, kadim ağacın gölgesinde üveyiğin ninnisiyle kendini uykuya bırakır.
Kısa bir şekerlemenin ardından tarlada yine işe girişen Hasan’ın akşamüstü güneş ufka yaklaştığında ne kolunda ne ayağında ne de belinde derman kalmıştır. Bütün suyunu tüketmiş, “Şurayı da tamamlayalım, yetmedi burayı da yapalım” diyerek akşamı etmiştir. Dili damağına yapışmış yola düşer, geniş bir vadinin yolla kesiştiği köşede ulu çınarın altındaki çeşmeye doğru motorunu hızla sürer. Seri hareketlerle aracı durdurur, mobiletten iner ve koşup elini dayadığı musluktan kana kana su içmeye başlar. Arada derin bir nefes alıp koca yudumlarla midesini şişene dek doldurur. Kafasını şükrederek havaya kaldırır, “oh” çeker.
Çeşmenin gideri taşlar arasında göllenip vadiden aşağı ince bir dereye katılmakta ve akmaya devam etmektedir. Oynayan gölgeler arasında yerde bir hareket dikkatini çeker. İki üveyik suya inmiştir. Hasanı fark etmemiş üveyikler kayaların arasında temkinli sakin adımlarla yürümekte, edalı edalı birbirlerini süzmektedir. Hasan sessizce motorun arkasındaki tüfeğe uzanır. Gün batarken üveyiklerin tüylerinde Anadolu’nun toprak renkleri çömlekçi tezgâhı gibi parlamaktadır, kaplumbağa desenli sırtı Akdeniz’in terrarozası, Kapadokya’nın külleri, Kaçkarlar’ın killi koyu kahvesini barındıran, gökkuşağı gibi gösterişli, yekpare bir ahenkle kaplıdır. Hasanı fark eden üveyikler adımlarını hızlandırır. Kayaların arasından temkinli seri adımlarla uzaklaşırken arkadaki göz ucuyla kanadının üstünden komşusunu süzmekte hareketlerini tartmaktadır.
Hasan sessizce bekler, onun varlığına alışan çift, normal tempolarına geri döner. Kayaların dibini ilgiyle incelemektedirler. Öndeki daha parlak ve gösterişli erkek tombul bir tespih böceği yakalayarak eşine uzatır, eşi böceği nazik bir hareketle alır ve kursağına indirir. Aşkla gagalarını birbirlerine sürterler.
Hasan sinsice fişeği tüfeğin ağzına sürer, tam tüfeği ateşleyecekken kuşun alev rengi gözleriyle karşı kaşıya gelir. Birden utanır, bir yakınını en mahrem anında sırtından vurmak üzereymişçesine bir namertlik hissi vicdanını esir alır. Onlar bu toprakları paylaştığı komşu ailedir. Atalarını besleyen, karısının çocuğunun rızkını veren Anadolu, belli ki onu da rahminde büyütmüş, içine kendinden parçalar bırakmıştır.
Üveyik bu toprağın ruhu, meşe gölgesinin huzuru, buğday tarlasının bereketidir. O zaman der ki: “Yapamayacağım. Neden yok etmeli, sevmek varken?”. İki aşığı taşların arasında bırakarak tüfeğini geri koyar, üveyikler kanatları ıslık çalarak uzaklaşırken kuyruk uçlarında parlayan göz alıcı beyaz halklarına son kez bakar.
Süreyya İsfendiyaroğlu
Yazarın notu: 22.08.2015’ta üveyik avına izin başladı. Üveyiği sevin. Nesli tehlike altında.
Fotoğraf: © Yasin Kaya
Çok güzel yazmışsın,Süreyya eline sağlık. Beni Anadolu’ya götürdün. Dileğim böyle vicdanlı avcılar çoğalsın ve üveyik dahil bütün kuşları avlamaktan vazgeçsinler.